kirphiningunduzdusleri

Symi

Posted on: September 9, 2012

Senelerdir Datca’dayiz yazlari…karsidaki Symi adasina bakar dururuz…Bir turlu gidemedik, bu sene vize sorun olmayinca pasaportlarimizi toparlayip 8 kisi bir tekneye bindik ver elini Symi…Feribot yok maalesef. Yunanlilar alisveris icin Datca’ya geliyorlar ama bizim gecisimiz o kadar kolay olmuyor iste.

Bugune kadar Rodos ve Mikonos adalarina gordum, ikisine de bayildim. Cirkin bir Yunan adasi var midir bilmiyorum. Oncelikle adamlar temiz. Mikonos’ta ellerinde firca herkesin dukkaninin onundeki yer taslarinin arasini beyaza boyadigini gormustum, resmen her gun derz yapiyorlar. O corak agacsiz adalar oluyor rengarenk. Deniz ada olmanin avantajiyla da tertemiz.

Symi Rodos’a 24 km, Datca’ya ise 10 km uzaklikta. Adada gecim kaynagi turizm, sunger avciligi ve tekne yapimi. Rahatlikla otel bulmak mumkun. Mesafe kisa ama bizim tekneyle birbucuk saatte ulasabildik.

Girer girmez bizi sevimli rengarenk evler ve cok guzel bir kilise karsiladi:

Limana yanasir yanasmaz karsiniza pasaport polisinin binasi cikiyor:

Ama sanmayin ki kontrol var, biz resmen zorla damga vurdurduk. Bir arkadasim hic sorun yasamadan bir gece limanda teknede kalmis. Bunda ekonomik krizin etkisi olabilir. Bence vize kalksa Turklerden yurunmez orda. Bu halde bile heryerde Turk vardi ve hepsi alisveris yapiyordu.

Biraz yurumeye baslayinca sira sira dukkanlar cikti karsimiza. Yunanlilar hediyelik esya konusunda cok zevkli ve mutlaka rengarenk ozenli hediye paketleri yapiyorlar. Burada en cok sungerler cikti karisimiza: selulit icin, cocuk icin vs vs hepsi baska baska…

Biz once guzel bir ogle yemegi yedik. Fiyatlar ucuz. Ornegin ben bir tabak makarnaya 7 euro verdim. Dedim ya ekonomik kriz kendini belli ediyor. Ustunde de muhtesem bir dondurma yedik. Sonra benim tabirimle “tirtir”a binip adayi dolastik. Daracik yollardan nasil gidiyor nasil donuyor anlamadim ama alismislar. Tirtir turumuzdan fotograflar:

Biz adayi bunun disinda yuruyerek dolastik. Taksilerle plajlara gitmek mumkun ama bizim vaktimiz yoktu. Bolca gezdik, yedik ictik ve alisveris yaptik…Teknemize bindikten sonra capa takildigi icin biraz rotar yaptik. Duydugum kadari ile cogu teknenin basina zeminden dolayi bu geliyormus…Donuste kaptan bize kavunlu, karpuzlu bir raki sofrasi kurdu. Gunes henuz batmadigindan raki icemedik ama goruntusu bile guzeldi 🙂 Symi minik ama cok sevimli bir ada gunubirlik veya tek gece kalmak icin guzel bir yer. Sehiricinden son bir kareyle burada bitiriyorum:

Tags:

Kopenhag

Posted on: August 4, 2012

Kopenhag’a beni surukleyen yol bundan 3 sene once cizildi…bugune kadar yanlis saymadiysam 5 kez gittim. Hava sartlarina bagli olarak bazen cok sevdim bazen hic ama hic sevmedim. Modu hava durumuna bagli biriyim…Eylul sonu girdigim hafif depresyonlu halim Aralik-Subat arasi zirve yapar, Mart sonu bana da bahar havasi gelir, en zirve donemim Temmuz-Agustos’tur. Sicakta soylenmem, klimaya yeltenmem, sicak muhabettir, acik havadir, hafif kiyafetlerdir, buz gibi biradir, denizdir, gunestir….

Neyse konu sapmasin. Kopenhag’a ilk gittigimde aylardan Subat’ti. Denizin ustu buz tutmustu resmen. Ben de buza dondum haliyle. Icime giymek icin termal corap ve atlet almistim. Disari cikmak icin giyinmek neredeyse yarim saat suruyordu. Once termal bir tavsana donusup sonra gunluk kiliklarimi giyiyordum ustune de kocaman manto, atki, bere vs…tabii cok da sisko hissediyordum. Yurumek gezmek mumkun degil tabi. Ilk gidisimde Kopenhag’i sevmem mumkun olmadi. Sonrasinda tipki havasi gibi inisli cikisli bir sevgi grafigi cizdim.

Kopenhag 15. yuzyil baslarinda Danimarka’nin baskenti haline geliyor. Danca olarak København deniyor (Almanca Kaufmannshafen).Koben tuccar anlaminda,  havn ise liman demek. Yani Kopenhag bir liman ve ticaret sehri olarak kurulmus. Kastrup havalimani sehre 14 dakikalik bir tren mesafesinde. Havalimani ulasimi olarak gordugum en rahat sehir. Inanilmaz hatta abartili rahatlikta bir toplu tasima sistemine sahip. 2 dakikada bir metro var. Tren ulasimi da cok rahat. Nufusu su anda 2 milyon civarinda. Sehirde yasayanlarin buyuk bir cogunlugu araba yerine bisikleti tercih ediyor. Bisiklet yollari bazen bir araba seridi genisligine ulasiyor. Kavsaklarda bisiklet icin trafik lambalari var. Gunluk bisiklet de kiralanbiliyor. Hatta belediye belli noktalara bisiklet koymus, o noktada 20 kron (ortalama 7 tl) verip bisikleti biraktiginiz yerde paranizi geri alabiliyorsunuz ama bu bisikletler cok agir. Diger bisikletcilerden gunluk 60-90 krona bisiklet kiralamak mumkun. Sehrin keyfi de bisikletle cikiyor ama hava guzelse tabii 🙂

200o yilinda Isvec’in Malmö sehri Kopenhag’a kopruyle baglanmis. O tarihten sonra ulasim olanaklari iyice gelismis. Kopenhag okyanus iklimine sahip oldukca dengesiz. Agustos’ta ortalama sicaklik 21, Ocak’ta 1 derece civarinda. 8 km uzunlugunda toplam 3 tane sahil seridi var. Bisikletle 30 dakikada ulasmak mumkun.

Sehrin simgesi “Little Mermaid”, gercekten de cok kucuk, neden simge haline gelmis pek anlamadim:

Heykel 1.25 metre boyunda. 1909 yilinda Carlsberg’in kurucusunun oglu Carl Jacobsen tarafindan ismarlanmis ve heykel 1913’te bitirilmis. Kucuk Denizkizi Danimarka dogumlu Hans Christian Andersen’in masalindan… Bir prense asik olan bir denizkizinin hikayesi…Denizkizi bir iksir icerek insan olarak karaya cikiyor, Prens kendisine asik olmazsa deniz kopugune donusecekmis ama o kadar asikmis ki bunu goze almis. Prens asik olmus anca baska bir ulkenin prensesine sonradan gonlunu kaptirip onunla evlenmis. Aslinda Prensi oldururse buyu bozulacakmis ve kendisi kurtulacakmis ama kiyamamis. Sonunda deniz kopugune yukselmemis ama gokyuzune yukselmis. Hikayesi kadar heykelin basina gelenler de uzucu, bircok saldiriya ugramis. Hatta turistlerden uzak tutmak icin kiyidan uzaklastirilmasi da dusunulmus. Su anda gorulen bir kopyasi, orjinali nerde bilinmiyor. 2004 yilinda heykele turban giydirilmis: Turkiye’nin Avrupa Birligi’ne katilimini protesto etmek icin. Bircok kez boyanmis, zavalli heykelin basina gelmeyen kalmamis. Kopyasi icin de neden bu kadar turist etrafina yigilir anlamam…Heykel kucuk ama hikayesi buyukmus arastirinca sasirdim…

Kopenhag’in benim icin en favori bolgesi Nyhavn yani “Yeni Liman”. Burasi 17. yuzyilda yeni bir liman gerektigi icin yapilmis. Simdi sagli sollu teknelerden baska bir suru restoran ve kafe var. Hava guzelse tiklim tiklim oluyor. Fiyatlar biraz daha pahali oluyor. Turistik olan her yerde oldugu gibi. En guzeli marketten bir bira alip kenarda oturmak.

Kanalda teknelerle gezmek de mumkun, ben ruzgarli ve soguk bir gunde bunu yapip ne var ne yoksa kafama sarmistim o yuzden en azindan sakin bir havayi yakalamak lazim…

Danimarka bilindigi uzere bir monarsi, hem de Avrupa’nin en eski monarsisi. Kraliyet ailesi 1750 yilindan bu yana Amelienborg Sarayinda, Kralice Margrethe de su anda oarada yasiyor. Sarayin ortasinda kocaman bir meydan var. Ben sansliydim, tesadufen saat 12.00de orada oldugum icin devir torenine denk geldim. Kafalarinda ayi postlu askerleri izledim:

Bu arada son gidisimde bir kumdan heykel sergisine denk geldik. Sanirim bizde Antalya’da olmustu. Ben bayildim. Ama yagmurda nasil bozulmamislar anlamadim.

Son olarak moral olsun diye hayvanat bahcesine gittik. Neden moral oldu cunku burda hayvanlarin icler acisi halinden sonra orda medeni bir hayvanat bahcesi gormek iyi geldi. Vaktim olursa gittigim sehirde mutlaka hayvanat bahcesine giderim. Dedim ya moral oluyor… Bu hayvanat bahcesi de oldukca buyuk, Avrupa’nin en eskilerindenmis…yok yok…ortalama 2000 hayvan var. Yarasa bile var daha ne olsun…

Orda cocuklar sansli. Hayvanlari sadece resimlerden ogrenmiyorlar.

Hayvanat bahcesine bisikletle gitmek cok kolay. İcinde 1905 yapimi yuksek bir kule var, ustune cikmak da mumkun. Biz cok fena yagmura yakalandik ama neyse ki yarim saat surdu. Hayvanlarla insanlar arasinda mumkun oldugunca az engel var. Hatta gecenlerde gece giren sarhos birisi kaplanlara yem olmus ama bu yine de durumu degistirmemis. Hayvanlarin yanina atlamak mumkun.

Kopenhag serisinin ilk kismi burda bitiyor. 2.seride biraz gozlemlerime yer vermek istiyorum. Ne yerler ne icerler ne yaparlar…Bu spor tutkunu, guzel ama icine kapanik insanlari biraz inceleyip sonra Isvec gozlemlerimi anlatip biraz da kiyaslamak istiyorum…Hepsi İskandinav dese de kendilerine aslinda pek de benzemiyorlar…gercekten farklilar…Avrupa’nin diger kalanindan zaten ciddi derecede farklilar…

Sira geldi hayatiminin en en en guzel tatilini anlatmaya gelmeye…az cok gezdim gordum ama bu tatil bir baska…Bir onceki İtalya tatilimi anlatirken sakince favorim bu guzel ulkenin hangi bolgesi belli etmistim…simdi ise acik edebilirim…evet ustteki rota su ana kadar gittigim gezdigim en guzel en romantik en eglenceli en sevimli en muhtesem rota…

Gitmeden once su kitabi edinmenizi oneririm: http://www.amazon.com/Lonely-Planet-Tuscany-Umbria-Leviton/dp/1741041902 . Biz hizimiza engel olamayip Toskana bolge sinirlarini astik ama bu kitap da bu rota icin gayet yeterli.

Milden bilet alip Bolonya’da bulustuk orda kalmadik ama son duragimiz orasiydi o yuzden sona birakiyorum o kismi…vakit kaybetmeden arabamizi kiraladik ve hemen Floransa’ya gectik. İlk duragimiz oldugu icin otel aramak istememistik ve otelimizi ayarlamistik. Otel cok ilgincti. Aslinda bir apartman ve bir kati oda oda bolunerek otele cevrilmisti. Odamiz bembeyazdi ve zaten odalar renkleriyle adlandirilmisti. Odanin tam mutfagin karsisinda olmasi biraz canimi sikmisti ama takmadim cok da… Hemen yerlesip sokaga attik kendimizi… Floransa…senelerdir duydugum icin midir nedir hani oyleee bayilmadim …evet cok sevimli cok guzel ama gezinin ilerleyen bolumlerinde cok daha favori yerler bizi bekliyordu…

Floransa’nin tarihi 15. yuzyila uzaniyor. Cok guzel muzeler ve cok guzel ara sokaklari var. Biz sadece bir gece kaldik ama rahatlikla uzatilabilir bu sure. Yuruyerek gezebilirsiniz. Araba sorun cunku park yeri cok az ve cok pahali. Biz resepsiyondan aksam yemegi icin onerimizi alip yola koyulduk. Yuruyerek Ponte Vechio’ya ulastik once.

Manzara cok guzeldi. Koprunun icinde hediyelik esya dukkanlari var. Koprunun 10.yuzyıla ait oldugu soyleniyor. Ancak orjinal haliyle yapım yılı 1345. Fotograflarimizi cekip merkeze dogru yurumeye basladik. Sirasiyla Piazza della Signoria, Piazza della Republica ve Piazza di San Giovanni’yi gezdik. Aksam gercekten cok guzel yerel yemeklerin oldugu bir restoranda yedik ictik. Hatta oylesine ictik ki ben aksam hirkami unutup otele dondum. Yemek sirasinda yan masadan bir ciftle tanisip sohbet ettik. Canta ureten bir İtalyan ve birlikte calistigi guzeller guzeli bir Rus kiz. İtalyanlarin kurlari meshurdur ama kizcagiz cok da mutlu gorunmuyordu bu durumdan o yuzden biraz da onu kurtarmak maksatli sohbetlerine ortak olduk. İlk gunumuz  ve gecemiz cok guzel ve renkli gecmisti.

Ertesi sabah benim icin gezinin en guzel kisimlarindan olan Chianti bolgesine dogru yol aldik. Ancak tavsiye uzerine once bir tepede yer alan Fiesole koyune ugradik. Manzara gercekten cok guzeldi ve daha da guzel seylerin bizi beklediginin sinyallerini veriyordu. Sonrasinda Chianti’ye dogru yol aldik. Tam olarak Greve in Chianti kismina gittik. Bolge o kadar buyuk ki gunlerce gezseniz bitmez. SR 222 no.lu otobandan yol aldik. Chianti hayatimda gordugum en guzel yerlerden biri. Ucsuz bucaksiz yesillik, tepeler, uzum baglari, tas evler…harika bir yer…gorulmesi gereken bir yer. İyi ki gitmisiz…

Bu bolgede hayatiniz boyunca yiyip yiyebileceginiz en guzel yemekler var. Cok guzel yerel bir restorana rastgele girdik oturduk. Oldukca bos olmasina ragmen manzara ve yemekler harikaydi. Manzara ve yemeklerden goruntuler:

Karnimizi doyurduktan ve guzel ev sarabimizi ictikten sonra Pisa yonune dogru yola koyulduk. Ama itiraf etmeliyim aklim cok kaldi. Sadece o gun degil aklim hala orada 🙂

Pisa benim icin ufak bir hayalkirikligi oldu. Cok turistik bir curcuna hali vardi. Ben Pisa kulesinden ziyade fotograf cektirenlerin figurleriyle ilgilendim, izlemesi cok eglenceliydi taa ki guvenlik gorevlisi herkesi cimlerin uzerinden kovalayana kadar…

Sira kiyidan nihai hedef olan Portofino’ya dogru yol almaya gelmisti. Kiyidan arabayla gitmek cok zevkli. Manzaralar ve butun ufak koyler hepsi muhtesem ve bence cok cok romantik. Toskana bolgesinden sonra tatilin en favori bolgesine dogru ilerlemeye baslamistik.

 

Yemek benim icin bir tutku…goreceli olarak yeni bir tutku…uzun sure yumurta kiramayan, cay bile demleyemeyen bir tiptim…bunun bir nedeni annemin muhtesem yemekler yapmasi ve bizi mutfaktaki ozel bolgesine sokmamasiydi…ote yandan cok istahli bir tip de degilim…tatsiz tuzsuz abur cuburlar disinda duskunlugum yoktur.

Ama zamanla cok fazla tarif okumaya okudukca denemeye basladim. Ana yemek yapmaktan pek hoslanmam ama hamur islerine bayilirim, bayilirim derken yapmasina…elime bir hamur verin ben yogurup durayim sonra sekil vereyim…

Buraya tarif yazmaya niyetim yoktu ama anladim ki blog yazarken kendinizden kacis yok…neysen osun…bu da benim…ben ve tariflerim 🙂

Ilk tarifim “limonlu bar”….Orjinal tarif  ” ozguncelezzetler.blogspot.com ” sitesinden. Limonlu oldugunu gorunce dayanamadim hemen yapmak istedim:

Malzemeler

Alt taban:

-250 gr un

-75 gr pudra sekeri

-175 gr margarin veya tereyagi (ben 100 gr margarin, 75 gr tereyagi kullandim)

Ust taban:

-2 adet oda isisinda yumurta

-2 adet ince rendelenmis limon kabugu

-2 limon suyu

-1 su bardagi toz seker

-4 corba kasigi un (2 kasik badem tozu onerilmis, ben findik tozu kullandim, kullandigim kadar unu azalttim)

-1/2 paket vanilya

25×35 cm olcusunde borcam onerilmis, bende olmadigi icin 28 cm cabinda tart kalibi kullandim.Once kalibi yaglayip yagli kagit seriyoruz. Once un, yag ve pudra sekerini yoguruyoruz. Hamur toplanmiyor panik yok. Elimizle bastirarak kalip tabanina yayiyoruz. Onceden isitilmis 180 derece firinda 20 dakika pisiriyoruz (ustu kizarmasin).

Ust kisim icin seker ve yumurtayi iyice cirpip vanilya, limon rendesi ve kabugunu ekleyerek cirpmaya devam ediyoruz.Bu kismi hafif sekilde cirptiktan sonra un ekleyip biraz daha cirpiyoruz. Bu karisimi firindan cikmis ve sogumus taban dokuyoruz ve bu kez 140 derece firinda ortalama 25 dakika pisiriyoruz. Kopuk kopuk olmasi lazim yani tam sert olmamasi normal.

Limon tadi cok baskin bence ickilerin yaninda cok guzel gidecek limonlu barlar hazir…

Bugünlerde gündem oldukça yoğun…

24 şehit haberi derken, Kaddafi vuruldu derken deprem haberleri…hepsinde de bana dokunan rahatsız eden şeyler oldu

Oncelikle şehit haberleri: Üzülme çıtamız çok yükselmiş olacak ki arada 1er ya da 4er 4er ölen şehitler için hiç yas tutmadık ancak sayı 20yi geçince ayaklandık. Soruyorum arada ölenler can değil miydi? 1 kişinin ölmesi bize yeterince dokunmuyor mu? Üstelik de yüzde yüz maddi durumu kötü eksik eğitimli ama bol hayalleri olan gencecik bir kişi öldüğü zaman bizi rahatsız etmiyor mu? Olayın kendisiyle ilgili beni rahatsız eden konu, yıllardır bölgede parmakla gösterilen terörle mücadele konusunda ultra deneyimli Türk ordusu nasıl gece uyurken yakalanıyor? Nasıl 8 karakol aynı anda basılıyor? Üstelik her taraf termal kamera doluyken…Mutlaka bu işin sorumluları var. Kamuya açık şekilde soruşturma yapılması gerekiyor.

Kaddafi: beni çok rahatsız eden fotoğraflar…inanılmaz irite edici. Katil, despot, manyak vs …. Kaddafiyi öldürenler ondan bir gömlek dahi üstün olmadiklarini gösterdi…bir cesetle çekilen zafer fotoğrafları bana çok ezik geldi…1 kişiye karşı 50 kişi…Allah allah naralarıyla linç….çok iğrenç…Kaddafi’nin özellikle öldürüldüğünü düşünüyorum…mutlaka konuşacak şu anda köşesinde emekli bir çok politikacıyı rahatsız edecekti…

Deprem: deprem sonucu ölenlerin şehit ruhlarını rahatlatacağına inanan, en az terör örgütü kadar şerefsiz, ırkçı, korkak ve zavallı bir toplum yüzdesi…oldukça da yüksek bir yüzde…beton kalıpları altında ölümü ya da kurtarılmayi bekleyen insanların üstünde sevinen zavallı insancıklar..Yardım niyetine kolilerle taş gönderen “komik” insancıklar…topuklu ayakkabı, kullanılmış iç çamaşırı gönderen sıfatsız insancıklar….

Uzaktan duyduğumuz gördüğümüz her felaketin, her muamelenin ve her hastalığın bir gün kendi başımıza geleceğini unutmamak, savaş naraları ya da yersiz sevinç çığlıkları yerine bazı olayların sebepleri üzerinde düşünüp çözüm üreten ve düşünen bir toplum olma ümidiyie

1. Sorf yaparken kiyidan uzaklasmak, denizin ustunde hareketlenmeyi gorup ruzgara yaklastigini bilmek, kiyidan uzaklastikca suyun laciverte dondugunu gormek,

2. Hediye paketlemek,

3. Yağmurda islanip, usuyup eve gelir gelmez dus almak ve yine islanmak,

4. Salincakta şekerleme yapmak,

5. Polisiye roman okurken dunyadan kopmak,

6. Telefonda konusurken kagida resim karalamak,

7. Keki firina attiktan sonra kapta kalan tuhaf siviyi kasiktan siyirarak yemek,

8. Dolaptaki tum kiyafetleri yatağin ustune dokup tekrar katlayip yerlestirmek,

9. Markette dolanirken cikolata yiyip kasiyere kagidini verip odemek,

10. Otobüste yan koltuga kimsenin oturmadigini farkedip genislemek, yayilmak, uzanmak,

11. Tatil plani yapmak icin Remzi Kitapevi’ne ugrayip bahsekonu ulkenin gezi kitabini almak, internette arastirma yapmak, gunluk olasi programlari kagitlara karalamak…

Bu Italya’ya 3. gidisimdi. Ilki is icin 8 gunlugune Roma’ya, bundan 6 sene once…2.si gecen yaz Bolonya’dan Cenova’ya bir tatil icindi. Onu da ilk firsatta anlatmak istiyorum.

Rotamiza Roma’da basladik. Roma’yi cogunlugun aksine sevmemistim. Belki is psikolojisidir deyip bir sans daha verdim. Otelimiz sabah kolayca gidebilmek icin tren garina cok yakindi ancak 20 dakikada merkeze yuruyebiliyorduk. Kesfe Venedik Meydani’nda fotograf cekerek basladik:

Hava 27 derece oldugu iddia edilse de 40 derece civari hissettiriyordu. Gercek adiyla Plaza Venezia’dan sonra ana caddeden biraz magaza karistirip Italyan modasi geyikleri yaparak yoluma sevam ettik. Hedef unlu “Ask Cesmesi” ydi:

Hiperaktif oldugumuz icin burda bile cok durmadik hatta sag elle sol omuz ustunde para atma ritueline katilmadan “İspanyol Merdivenleri”ne Spagna bolgesine dogru hareket ettik.

Roma yuruyerek cok rahat gezilebilir. Araba kiralamayin cunku bircok yerde park yasagi var sadece yayalara acik sokaklar var. Metro bunaltici ama kolay. Her yere gitmiyorsa da indiginiz yerden yuruyebiliyorsunuz.

Ispanyol merdivenlerinde cikolata renkli bir satici bize zorla bira satmaya calisti. Biz bunyeyi aksam yemegine hazirladigimiz icin icmek istemedik. En son sevimli satici buz gibi birayi kollarimiza surmeye basladi. Sicakta fazla dayanamayacagimizi dusundu. Ben olaya mudahele edip “biz muslumaniz” dedim, gozleri parildadi, hemen uzaklasti….

Yemegimizi meydanda Meryem Ana heykeline yakin bir yerde aldik. Tavsiye ustune gittik ancak bence cok turistikti. Keske ara sokaklarda daha yerel bir restoran bulsaydik dedik ama gec kaldik bunun icin. Gecenin kalanini sokaklarda gezinip 2 tane “pub benzeri” yerde bira icerek gecirdik. Yol yorgunlugu da birlesince otelimize donmeye karar verdik. Buyuk gun ertesi gundu cunku….

Ertesi gun valizlerimizi suruye suruye (bunu tatilin geri kalaninda da sikca yapacaktik) tren istasyonuna gittik. Kocaman bir kuyruga girip tren biletimizi aldik, kosa kosa da yetistik. Hersey yolundaydi: ver elini Napoli….Napoli nedense beni cok heyecanlandirdi. Devamli “gercek Italya” diye seyler duymustum…hirsizlik ve copluk dolu bir sehir…ama dunyanin en guzel muzelerinden bazilarini barindiran bir sehir. Pompei’den bir cok kalinti Napoli’deki muzelerde sergileniyor. Hedefimizi Napoli degildi, amac Capri icin feribota binmekti. Ama Napoli’yi es gecmedik. Cok unlu oldugunu duydugumuz bir pizzaciya gittik (valizleri suruye suruye tabii). Bir gittik, kocaman bir kuyruk. Ismi Pizzeria de Michele (Via Cesare Sersale ustunde). Oglen olmustu ve nerdeyse 20 dakika valiz surumustum hem de ununu cok duydugum Napolili genclerin arasindan. Pizzayi haketmistik. Sira numarasi aldik: numara 100!!! Bu arada kapiya cikip duzenli olarak numara bagiran arkadas sadece italyanca konusuyordu. Bir turistin elektronik sozlugune yapisip 100 sayisinin “cento” oldugunu ogrendik. Neyse ki kolaydi 🙂 Tam 30 dakika sonra sira geldi, cok heyecanliydik. Pizza guzeldi ancak suluydu. Icerisi Italyan doluydu demek ki soylenmeye hakkimiz yok diye dusunduk. Pizzalar da cok ucuzdu tikabasa 16 euroya yemek yiyip ciktik:

Fotografta gorulen biranin ismi “Nastro Azzuro”. Gezi boyuna favorim oldu. Asla mideye dokunmuyor, likir likir iciyorsunuz. Unlu “Peroni” birasi ise midemi rahatsiz etti. Yemekten sonra bir 10 dakika daha yuruyup 3 dakikayla Capri feribotunu kacirip 1 saate yakin limanda bekledik.

Capri’ye giden feribotla yolculuk cok zevkli ancak biz koltuklara uzanip sizdik. Gunun geri kalani icin enerjiye ihtiyacimiz vardi…Feribot Capri denen kisma yanasiyor. Ordan ustu acik taksi ya da turuncu minik otobuslerle yolculuk edebiliyorsunuz. Biz “Marina Picolla” tarafinda kaldik. Adanin tam oteki tarafi. Yorgun oldugumuz icin taksiye bindik. Otobus 1,5 euro halbuki taksi 21 euro tuttu ama cok zevkli. Daracik sokaklardan 2 taksinin yanyana gecislerini izlerken nefesimizi tuttuk. Sevimli, yeri iyi ama super temiz olmayan bir pansiyona yerlestik. Merdivenlerden inerek kiyiya ulastik. Coktan ogleden sonra oldugu icin parali bir plajdansa halk plajindan girdik. Saat gec oldugu icin coktan bosalmisti ve buz gibi sularda yuzmek cok iyi geldi. Bu arada 4 kisilik Turk bir grubun bizim Turkce konustugumuzu duyunca dut yemis bulbule donmesi de ilgincti. Yurtdisinda birbirimize tahammulsuzlugumuz cok ilginc…oysa ki aralarindaki siyah peruklu amca denizde “mamma miaaa” cigliklariyla gayet konuskandi…

Deniz tertemiz ama bizim denizimizle kiyaslanir mi? i-ih…..

Aksam Capri’ye indik…Ara sokaklar cok kalabalik ve renkliydi. Butun “jet” sosyete oradaydi. Hic gormedigim kiliklar, ornegin prilanta topuklu ayakkabi falan…sirk gibiydi. Bir de meydan var tiklim tiklim….herkes orada…Maalesef onerilen restoran doluydu o yuzden Anacapri’ye gectik otobusle…Otobus ucurum kenarlarindan gecerken nefesimizi tuttuk. Anacapri daha sakin. Yemegimizi orada yedik, hafifce bir kazik yedikten sonra Capri’de adettendir deyip limoncellomuzu ictik.

Ertesi sabah Positano’ya dogru yola ciktik…burasi bir arkadisimin cok cok ovudugu bir yerdi. Ancak ben “Chinque Terre”den sonra cooook etkilendim diyemem…Gercekten sevimli, daglarda minik minik evler ve oteller ama plaj cok kalabalikti ve o bekledigim ve aliskin oldugum meydanlardan bulamadik…Biz harika deniz manzarali cok guzel yemekler yiyip geceyi orada gecirmemeye ve devam etmeye karar verdik. Positano’dan bir goruntu:

Positano’dan Amalfi’ye gectik. Amalfi sahile adini veriyor. Ama kitaplarda pek ovulmuyor. Rengarenk evleriyle Positano one geciyor. Ancak biz Amalfi’yi sevdik cunku cok daha hareketli ve turizm kokusundan uzakti. Amalfi:

Amalfi’den sonra otobuse binip Ravello’ya hareket ettik. Ravello isyerimde calisan bir italyanin onerisiydi ve sanirim orda turnayi gozunden vurmustuk, cok ozel, cok degisik ve romantik bir yer:

Ilk manzara otel odamizdan. Bir daha boyle bir manzaraya bakarak uyanabilir miyim bilmiyorum ama harikaydi. Villa Rufallo’dan da manzara harikaydi. Aksamlari canli klasik muzik konserleri oluyor. Biz boyle bir konsere yakin bir yerde bir cafeye oturarak mozarella peyniri esliginde biramizi ictik cok keyifli bir aksam gecirdik. Bir dukkanda karsilastigimiz Turk cift yine bize yuz vermedi. Havasindan midir anlamadim.

Ertesi sabah-ki benim dogumgunumdu-harika bir manzaraya bakarak kahvalti yaptik ve hemen otelin onunden kalkan otobuslere binip Sorrento’ya gecmek uzere yola koyulduk. Amalfi’den bindigimiz feribot ile Sorrento’ya gectik ve ilk bakista bile cok hosumuza gitti. Sanirim kucuk koy ve kasabalar biraz icimizi daraltmisti ve hareketli buyuk bir yere gelmek iyi geldi bize. Sehir meydanina ulasmak icin kaleye tirmaniyorsunuz (tabi valizle). Sehir merkezine cok yakin bir otel bulduk ve yerlestik. Sonrasinda hemen asansorle inilen plaja gittik:

Plaj sira sira yapay iskelelere kurulmus. Kenarlar sezlong ve restoranlarla dolu. En guzel pizzayi bu restoranlarin birinde yedik. Deniz tertemiz. Ilk kez burada doya doya yuzduk. Ama karinlar tok oldugu icin epey zorlandik. Aksam yine cok hareketli ara sokaklarinda dolandik. Geceyarisina dogru birden havai fisek gosterisi basladi. Cok uzakta oldugu soylenmesine ragmen ses ve isiklari takip ederek deniz kenarina kostuk. Sanirim hayatimin en guzel manzarasini gordum. Kayaliklarin uzeri yuzlerce insanla doluydu. Minik balikci teknelerinden dev hava fisekler atiliyordu. Tam karsida Napoli’den de hava fisek atildigini farkettik. Bu balikcilara ozgu her sene yapilan bir gosteriymis. Bir italyanin anlattigina gore bunun balikcilari koruduguna inanilirmis. Ben bu muhtesem manzara karsisinda gozyaslarimi tutamadim. Mutuluktan cildirip aglamak bu olsa gerek. Dogumgunumu bu manzara esliginde yanimda en sevdigim insanla bitirdim. Yukardakine binlerce kez tesekkur ettim. Bazen bir an bir omre deger gibi arabesk bir dusunceyle otele dondum. Mutluluktan yorgun ertesi gune uyanmak uzere uyudum….

Ertesi gun Roma’ya donus yolculugu basladi. Yine hizli trenle Napoli’den Roma’ya donduk. Bu arada treni pahali buldum: tek yon 45 euro. Once Coliseum sonra Vatikan’i gezip Yahudi mahallesinde harika yemekler yedik. Restorani bir arkadasim onermisti. Yemeklere doyamadik. Bazi seylerden gorgusuzce 3 tane istedik. Sonra nehir kenarinda sira sira publarin oldugunu, insanlarin minderlerde keyif yaptigini kesfettik. Orda biraz gezdikten sonra gunlerin yorgunluguyla sanirim uyumadik da bayildik.

Ertesi gun huzunlu, yorgun ama mutlu havaalanina gittik. Roma havaalaninda dikkat edin. Kapasitenin ustunde yolcu ve ucus sayisina italyanlarin organizasyon eksikligini ekleyince kabus yasayabilirsiniz. Tam 3 saat once gittigim havaalaninda ucusuma son dakika yetistim. Ucaga baska ucusun (?) vazlilerini akristirip bizim ucakta soz konusu valizler araninca 1.5 saat ucakta bekletildik. Donuste ben Ankara ucagina yetistim ama maalesef valizim ertesi gun yetisti.

Sonuc olarak, İtalya her zamanki gibi cok guzeldi. Sicak, deniz, yemekler, sevimli evler ….Gecen yaz yaptigimiz kuzeye dogru yolculuga guneyi de ekledik. Ancak soyledigim gibi hangisini sevdigimi sona sakladim. Buyuk cogunlugun aksine benim icin kuzey cok daha guzel: Bolonya, Toskana ve kiyidan Portofino’ya dogru giden rota favorim. Umarim bir gun onu da anlatirim…

Devamli kafayi almanca polisiye romanlarla bozdugum icin gundemdeki kitaplari hep 2-3 ay gecikmeyle yakalayabiliyorum…Gecenlerde buna bir dur dedim. Gittim kitapcidan en cok satilan neyse onu aldim: Elif Şafak’ın İskender isimli kitabi…

Gerci uzerinde cokca konusulmustu zaten. Kurgu icin zorlama denmisti. Katiliyorum. Senaryo sanki cok fazla detayla hesaplanmisti. Bana da biraz yapay geldi. Ama genel olarak cok hizli ve zevkle okudum. Tavsiye ederim. Ozellikle kadina siddetin bu kadar gunluk hayatimiza girdigi, her haber ve gazete sayfasinda rastladigimiz su gunlerde. Okuyun…İskender ilginc bir karakter. Guclu ama zayif. Cahil ama degil. Garip. Biraz kafami kurcalayan Elif Şafak nasil ve neden bu kadar hizli kitap yaziyor/yazabiliyor…Biraz Ayşe Kulin hizina girdi…keyfimi kacirmiyor degil…

Uzun suredir yazamadim…Haziran’dan bu yana hayatim valiz toplayip boslatmakla gecti…ben en sonuncusundan en basa dogru hepsini anlatmak istiyorum….mumkunse gecen yaza kadar giderek…unutma kaygisiyla…

Haziran’da Londra’ya gittim, sonrasinda Saraybosna’ya…ordan hooop Dalaman’a indim Datca-Marmaris…En son rotam Italya’da Roma ve Amalfi kiyilariydi…en sonuncusu en iyi hatirladigim diye dusunerek ilk yazima basliyorum.

Yolculuk oncesi ofiste epey bunalmistim, yorgunluktan araba kullanamaz yer-yon bulamaz durumdaydim….simdiyse kafam fazla dagildi toplamak mumkun degil….

 

 

 

Bu aralar cok  fena abur cubura sardim…hep bir abur cubur potansiyelim vardir. Ana yemekte gozum yoktur, ac da gezerim yani istahim cok degildir aslinda ama bir cips goreyim bir jelibon bir cikolata dunya durur doymak bilmem taa ki midem bulanan kadar yerim. Kilom normal sanirsam abur cuburu biraksam muhtemelen sifir beden olurdum. Cunku bu kadar kalori ve atistirmayla bu kiloya sukrediyorum. Ama bu aralar abur cubura bir de bira eklendi. Eee sonunda ben bile rahatsiz oldum.

Tam tamina 48 saattir detokstayim. Benim detoks abur cubur diyeti. Kendime her gun bir dondurma hakki veriyorum. Onun disinda zararli hicbirsey yok. Canim feci kola cekiyor ama yoook…

Bunun yani sira sporu da maksimuma cikarttim yani her gun fitnes ve kardiyo…2. gunden kendimi iyi hissediyorum…bu kadar kolay yani 🙂 bir gun spor salonuna bir gun acik havada yuruyuse gitmeyi dusunuyorum. Simdilik plani uyguluyorum ama sevinmek icin daha cok erken …

Categories